Son yıllarda özellikle şiddet içeren olayların artışı, toplumda ne denli derin ruhsal sorunların yattığını gün yüzüne çıkarıyor. Son olarak yaşanan bir olay, husumetlerin ne denli tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini gösterdi. Bir bireyin, geçmişte yaşadığı anlaşmazlıkların mağduru olarak hayatını kaybetmesi, sadece kurbanı değil, aileyi ve toplumu da derinden etkileyen bir trajedi haline geliyor. Öfke, nefret, husumet ve bu duyguların birleşimi, bireylerin yaşamında kalıcı izler bırakırken, aynı zamanda sosyal dokunun da zedelenmesine yol açıyor. Peki, bu tür olayların sosyal ve psikolojik boyutları neler?
Husumet, bireyler arasında kurulan bir düşmanlık ilişkisi olarak tanımlanabilir. Bu duygular, genellikle çözülmemiş çatışmalar, ihanet veya sosyal izolasyon gibi olguların bir sonucudur. Psikoloji literatüründe, bireylerin birbirine karşı hissettiği olumsuz duyguların zamanla daha karmaşık bir boyuta taşınabileceği belirtilir. Bu tür bir çatışma ortamında yaşayan bireyler, sık sık kaygı, depresyon ve anksiyete gibi ruhsal bozukluklarla karşılaşabilirler. Özellikle uzun süreli durumlarda, bunu tetikleyen faktörler arasında toplumun genel yapısı, bireylerin yaşadığı travmatize edici olaylar ve mevcut destek sistemlerinin zayıflığı yer almaktadır. Örnek olayda olduğu gibi, husumetin daha da derinleşmesi, toplum içinde saldırgan davranışların artmasına neden olabiliyor.
Bu tür durumlar, toplum içinde nasıl bir ruh hali oluşturduğuna dair derin rekabet ve düşmanlık hislerini de beraberinde getiriyor. Bireyler, suçluluk ve utanç gibi karışık duygularla baş başa kaldıklarında, çoğu zaman sağlıklı iletişim kurmayı başaramazlar. Dolayısıyla, bu bağımlılık silsilesi, bir kısır döngüye dönüşür ve her iki taraf da karşılıklı olarak karşı önerilerde bulunmadığı için olaylar daha kötü bir hâle dönüşebilir. Taşlar yerinde oynamadığı sürece olayların farklı sonucuna ulaşmak mümkün olmayacak. Bunun için, toplumsal bir dönüşüm gerekli. Aileler ve bireyler, düşmanlıklarını sorgulayan; toplumsal yapıysa, daha şefkatli bir duruş sergileyen bir anlayış geliştirmelidir.
Özetle, husumetler bireyleri yalnızca duygusal olarak değil, hayatlarını tehdit eden fiziksel sonuçlar doğuran bir sürece sürükleyebilir. Bu tür olayların önüne geçmek için öncelikle birey seviyesinde iletişim becerilerinin geliştirilmesi, sosyal destek sistemlerinin kuvvetlendirilmesi ve gereken durumlarda profesyonel yardım alınması hayati önem taşımaktadır. Çünkü son yıllarda giderek artan bu tip olaylar, aynı zamanda pandeminin ruhsal etkileri ve izolasyon dönemlerinin getirdiği ruh halleriyle daha da karmaşık hale geldi. Kazananın olmadığı bir düşmanlık döngüsünden çıkmak için, toplumsal bir değişim şart. Umut, sevgi ve iletişimin güçlenerek barış ortamını sağlaması dileğiyle, her bireyin kendi iç huzurunu bulabilmesi için çaba göstermesi gerekiyor.