Türkiye, son dönemde birçok doğal afet ile yüzleşmiş durumda, bu afetlerden biri de yıkıcı depremler. Bu tür felaketlerin toplumsal ve psikolojik etkileri tartışma konusudur ve bunların yanında, günlük yaşamda gözlemlenen değişiklikler de oldukça dikkat çekici. Depremler, sadece fiziksel yapıları değil, toplumun ruh halini ve günlük yaşam rutinlerini de derinden etkiler. Bu yazıda, son deprem sonrası trafik yoğunluğundaki yüzde 56’lık artışı ve bunun arkasındaki psikolojik ve sosyolojik faktörleri inceleyeceğiz.
Depremin meydana geldiği günlerde ve sonrasında, bireyler her zamankinden farklı bir ruh halinde olabilir. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ve genel kaygı bozukluğu, bu tür felaketlerin ardından sıkça görülen psikolojik sağlık sorunlarıdır. İnsanlar, güvende hissetmek, sevdiklerine yakın olmak ve kontrol hissini geri kazanmak için daha fazla hareket etmeye yönelirler. Bu durum, özellikle büyük kentlerde trafik yoğunluğunun artmasına neden olmuştur. Örneğin, kurumlar ve bireyler, acil bir durum ya da yeni bir deprem tehlikesi karşısında tedbir almaya çalışırken daha fazla araç kullanmayı tercih ederler.
Son depremin ardından yaşanan kaygı, birçok insanın iş, okul veya sosyal etkinliklerine ulaşmak için daha fazla yolculuk yapmasına neden oldu. İnsanlar, “her an bir şey olabilir” düşüncesiyle, daha az güvenli hissettikleri alanlardan uzaklaşmak için trafiği artıracak şekilde hareket etme ihtiyacı duydular. Bunun sonucunda, şehir içi trafik yoğunluğu dikkat çekici bir şekilde yükseldi.
Depremin ardından oluşan trafik yoğunluğunun bir diğer nedeni de, toplumsal dinamiklerin değişmesidir. İnsanlar, yaşanan felaketin ardından toplumsal destek arayışında bulunur. Yardımlaşma ve dayanışma ruhu, insanların bir araya gelmesini ve acil durumlarda birbirlerine yardım etmelerini gerektirir. Ancak bu birliktelik, aynı zamanda toplu taşıma araçlarının ve yolların aşırı yüklenmesine de neden olmaktadır. Özellikle insanlar, yardımlaşmak için belirli noktalara ulaşmak amacıyla daha fazla aracın yola çıkmasına neden olmaktadır.
Bazı insanlar, depremin neden olduğu korkutucu bir deneyimden sonra, normal yaşamlarına dönme çabası içinde olabilir. Ancak, yaşanan bu tür travmalardan sonra insanlar kendilerini topluma yeniden entegre etme çabası içindedir. Dolayısıyla, sosyal etkinlikler ve iş yerlerine dönme arayışı, trafik yoğunluğunun artmasında önemli bir etken haline gelmiştir.
Bu bağlamda, depremin ardından insanların yaşadığı kaygılar, trafik sorunlarını da derinleştirmiştir. Psikolojik olarak olumsuz etkilenmeler, insanları daha fazla hareket etme, çıkma ve topluma katılma yönünde teşvik ederken; bu da trafik yoğunluğunu artıran bir döngü oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, doğal felaketler sadece fiziksel zararlarla sınırlı kalmaz, aynı zamanda psikolojik ve sosyal etkilerini de beraberinde getirir. Depremlerin ardından yaşadığımız trafik yoğunluğu artışı, toplumsal ruh halimizin ve bireysel davranışlarımızın bir yansımasıdır. Bireyler, kendilerini güvende hissetmek ve sevdiklerine yakın olmak için yolları tercih ederlerken, bu durum şehirlerdeki trafik akışını zorlaştırır. Toplumun birlikteliği ve dayanışma isteği, felaket sonrası yaşamı sürdürme çabasıyla birleşince, bu tür bir trafik yoğunluğunun ortaya çıkması kaçınılmaz olur.