Ülkemizin gündemine damga vuran bir cinayet davası, 5 yaşındaki Melike’nin hayatına son veren korkunç olayla yeniden tartışılmaya başlandı. Babası ve üvey annesi tarafından işkence edilerek öldürülen Melike’nin cinayetinde, akıl almaz detaylar gün yüzüne çıkıyor. Bugün hakim karşısında ifade vermek üzere bir araya gelen sanıklar, kamuoyunun tepkisini toplarken, olayın ardındaki psikolojik dinamiklerde merak konusu oldu. İşte Melike’nin ölümü ve ardındaki hikaye.
Olay geçtiğimiz aylarda, küçük Melike’nin kaybolmasıyla başladı. Ailesi, birkaç gün boyunca devlet organlarına başvurarak kızlarının kaybolduğunu bildirdi. Ancak, araştırmaların derinleşmesiyle birlikte gerçekler, toplumu çileden çıkaracak boyutlara ulaştı. Melike’nin cansız bedeni, bulunduğu gölette yapılan araştırmalar sonucu keşfedildi. Yapılan otopsi raporları, kız çocuğunun ölümünden önce ağır işkencelere maruz kaldığını ve sonrasında boğulduğunu ortaya çıkardı. İşte tam bu noktada, herkesin merak ettiği soru: Bu kadar küçük bir çocuğa bu kadar acımasızca nasıl davranılabilir? Yürekleri dağlayan bu olay, bizlere aile içindeki dinamiklerin ve ceza hukukunun yetersiz kaldığı bir durumu gösterdi.
Bu cinayet sonrası toplumun tepkisi, yalnızca Melike’nin kaybına duyulan acıyla sınırlı kalmadı. Baba ve üvey annenin ifadeleri, birer kurban psikolojisi içerisinde şekilleniyor. Üzerlerinde herhangi bir sorumluluk hissetmeyen bu şahısların, Melike’ye nasıl zarar verdiklerine dair verdikleri savunmalar, psikolojik uzmanlar için tartışma konusu oldu. Bir insanın, kendi kanından birine nasıl bu kadar acı çektirebildiği üzerine düşünmeden geçemiyoruz. Bu tür olaylar, yalnızca kurbanın değil, aynı zamanda faillerin de zihinsel sağlığını sorgulamamıza yol açıyor. İnsan psikolojisi gerçekten bunu kaldırabilir mi? Toplum olarak bizler, karşılaşılan bu tür vahşetlerle birlikte hangi adımları atmalıyız? Hukukun göz önüne alması gereken önemli bir konu, ceza vermekle birlikte rehabilitasyonun da göz ardı edilmemesi gerektiğidir. Toplumun ruhsal sağlığı da söz konusu olduğunda, bu durum haklı bir kaygı yaratıyor.
Melike’nin davası, devam eden duruşmalarla birlikte yeni boyutlar kazanmaya devam edecek. Bu acı olayın ardından aile içi dinamikler, toplumsal yapılar ve ruh sağlığımız adına atılacak adımlar büyük önem taşıyor. Her şeyden önce, bu tür olayların bir daha yaşanmaması için hep birlikte mücadele etmeliyiz. Hazırlıkları süren yasalar, toplumsal bilinçlenme ve destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, belki de gelecekte yaşanacak korkunç olayların önüne geçebilir. Melike’nin anısı, hem aile içindeki şiddetin önlenmesi hem de çocukların korunması adına birer sembol olmalıdır. Ancak bu şekilde, taht kuralı bir toplum için bir daha asla fena yaşatmayacağı bir miras bırakabiliriz.